2 Ekim 2010 Cumartesi

Bir cumartesinin yağmur tadındaki sabahı..

Sabah kalktım, yüzümü yıkadım ve her zamankinden farklı olarak bugün kendime bir kahve yapıp mutfak masasına oturup laptopu açtım. Blogger açıldı, mailimi, şifremi girdim, yeni kayıt dedim ve boş sayfaya baktım. Bunları yazmak bana biraz zaman kazandıracaktı içimde dökülmeyi bekleyen şeyleri düşünmek için. Ama farkettim ki oradan çıkmamaya o kadar alışmışlar ki, yine içinde kalalım diyorlar. Söyleme, konuşma, şikayet etme boşver sus. Susmak istemiyorum ama konuşmaya kelimelerim yok. Zaten nasıl anlatılır bu dert onu da bilmiyorum.. Daha kendime ve karşımdakine söyleyemiyorken beni kıran, üzen şeyleri nasıl yazabilirim bilmiyorum.. Eskiden blogger a girip aynı gün 3-4 post yazdığımı da bilirim ama bu bile gitti benden 2 senedir.
neyse bilare devam edeceğim laptop un şarjı bitiyor ve ben yan odaya gidip şarj aletini alamayacak kadar üşengecim..

9 Eylül 2010 Perşembe

We Belong Together

www.vbox7.com/play:1b73941a

You're mine and we belong together
Yes, we belong together,for eternity

You're mine, your lips belong to me
Yes, they belong to only me,for eternity

You're mine, my baby and you'll always be
I swear by everything I own
You'll always,always be mine

You're mine and,we belong together
Yes, we belong together, for eternity 

5 Şubat 2010 Cuma

kördüğüm..


Hayatımın en güzel dönemi hangisiydi diye düşünüyorum ama bulamıyorum. Tam bu dediğim anda acaba önceden daha mı iyiydi diye düşünmeden duramıyorum. Hiçbirşey ya hayal ettiğim gibi olmadı ya da kurduğum hayaller zaten olmayacak şeylerdi. İstanbulu kazanınca işte hayatım başlıyor diye düşünmüştüm. Öyle bir neşe vardı ki içimde yıllardır hayalini kurduğum şehirde okuyacaktım ve ilk senemde bi üniversiteye girebilmiştim. Ki buraya gelebilmek için çok şeyden vazgeçerek, çok şeyden ödün vererek.. Otobüsün penceresinden görünen şehir mükemmeldi benim şehrimdi ama otobüsten ayağımı attığım an bitti sanki o hayaller o neşe o istek. İlk senem hiç de istediğim gibi olmadı. Sonra ikinci senemde istanbulu tekrar pembe görmemi sağlayacak biri çıktı karşıma. Sadece istanbulu da değil baktığım herşey güzel gelmeye başladı sanki kötü olaylar bile çok da kötü değildi. Bi güç bulmuştum kendimde bana güç veren insanı. Kesinlikle sonunda hayat başlıyor dedim. Ama şimdi düşünmeden duramıyorum. Birini sevmeden, kendinden çok düşünmeden, sadece kendin için yaşamak daha mı iyiydi diye. Hiç gözyaşı olmadan, aklında sorular olmadan, kaybetme korkusu olmadan. Öyle bi korkum yoktu çünkü kaybedecek kimsem yoktu. Ailem hep benimdi, hep ailem kalacaktı. Beni sevmekten hiç vazgeçmeyeceklerdi biliyordum bunu. Ben de ailemi hiç sevmekten vazgeçmeyeceğim ama sonra başka birine de böyle hissettim. Ama bu kez mutlak aile ebedi bağını aynı şekilde hissetmek istedim. Gün geçtikçe ebedi kalanın sadece aile olduğunu öğrendim. Bukez ebedi olsun diye onunla aile olmak istedim, aileme katmayı ya da yeni bir aile kurmayı. Ben bunu denedikçe o bunun aksine sorunlarımızı soktu gözüme, anlaşamıyoruz dedi, anlamıyorsun dedi,ve bazen de sadece kızdı bağırdı.. Bi çözüm yolu aramadan "bi çözüm bul" dedi.
Hayatımın en güzel dönemi hala böyle hissediyorum ama sadece bukez bi de şu soruyu soruyorum
"Olabileceğin en iyisi bu mu benim için? En güzel dönem bile yeterince güzel olamıyor mu?"

Ve sonra anladım ki bi insanın hayatındaki en güzel dönemi hiç bir şey hatırlamadığı sadece annesinin kollarında süt içip uyuduğu bebekliğiymiş. Karnının acıkmasından , doyunca da gazının olmasından başka bir dert yokmuş bebekken. Sadece annenin gözlerine bakıyor ve sevildiğini biliyormuşsun, sevgiyi henüz anlayamasan da. Biliyormuşsun işte...
Bunu istiyorum sadece, o duygunun ne olduğunu bilmesem anlayamasam da ben yine sadece birinin gözlerinin içine bakıp beni sevdiğini bilmek istiyorum. O kelimeyi daha söyleyemeyecek kadar küçük olsam bile.

Hayatımın en güzel dönemini yaşıyorken gerçekten çok mu şey istiyorum?

17 Ocak 2010 Pazar

İSmail

Hep aradığım, bulmak istediğim, huzur duyduğum, kendimi ait hissettiğim ve delicesine aşık olduğum şehir.. İçinde asla kaybolmayacağımı bildiğim, hiç korkmadığım en güvenli yer.. Havasına, ağacına, yağmuruna hayran olduğum, en bulutlu gününde, en güneşli halinde her şekilde ben olduğum yer. Beni her zaman dinleyen, moralim bozuk olduğunda kıyısındaki kayalara oturabileceğim denizi olan, kendimi iyi hissettiğimde bisiklet binebileceğim kuru yapraklı toprak yolları olan cennet.. İçinde kendime güzel bir dünya yarattığım ve asla terketmeyeceğim tek yer, tek ev.
Ait olduğum şehir sensin, bir şehir için yapabileceğim bütün bu tanımları içinde tutan, mükemmel sığınağım. Kollarında kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissettiğim, gözlerimi kapayıp korkmadan uyuduğum şehir. Sen kocaman bir şehirsin bütün harikalarınla.
Ve şunu bil ki;

Benim evim sensin sevgilim..

14 Ocak 2010 Perşembe

İsmailim



Şimdi uzun uzun anlatırım aslında ama sana olan sevgimin çokluğunu çok kelimelerle anlatmam gerekmediğini farkettim. Sadece bir kelime ile tanımlayabilirim. Hayat, aşk, dünya, nefes, mutluluk, huzur vs.. Ailemden sonra ilk defa bir insanı böyle hayatıma katıyorum. Bu kadar çok güveniyorum. Bazen benden daha değerli oluyorsun, senin için istiyorum güzel olan herşeyi, seninle istiyorum.
Ömrümün sonuna kadar seninle olacağımı biliyorum, mutluluğumuzu görebiliyorum.
İlk tatilimizi, ilk evimizi, arabamızı, bebek patiklerini, bahçemizi, bahçemizdeki salıncağı ve hatta emeklilik ikramiyesini bile :) o iki yaşlıyı da görebiliyorum, yine el ele mutlu..

Seni Seviyorum...

4 Ekim 2009 Pazar

ciğerlerimi seninle doldurmak..

Hayal edin, nefes almayı unutuyorsunuz sonra biri geliyor diyor ki nefes alsana! İşte öyle oluyor aynen. Ben bazen umutsuz olabiliyorum ama sen her seferinde nefes almamı söylüyorsun, güzelleştiriyorsun herşeyi ve öyle anlarda diyorum ki nasıl bu kadar güçsüz olabildim?
Tekrar ve tekrar anlıyorum ki biz çok özeliz, ve kesinlikle ne olursa olsun birbirimizin elini tutup ayakta kalabiliyoruz.
Seni çok seviyorum.
Hayatsın sen, nefessin, dünyamsın.
Ben seninle varım bundan sonra..

Ps: gitmeme izin vermediğin için teşekkürler..

24 Eylül 2009 Perşembe

sonsuz bir boşlukta hiç düşememek gibi.

Balkona oturalım, gözlerimin içine bakarak şarkı söyle yine. "Nefes bile almadan seviyorum seni." Gözlerin öyle parlasın yine, o güzel yeşil gözler öyle baksın yine. Olmasını istediğim, hayalini kurduğumuz şeylerin olamayacağını düşününce karnıma bir ağrı giriyor. O kadar istedim ki onları, öyle inandım ki. Benimdi onlar, hayalini kurduğumuz herşey bizimdi. Şimdi vazgeçsek bu hayallerden, sen de düşünüp üzülür müsün, gözyaşların akar mı seninde? Acaba olur mu içinde, ilerde bigün düşünüp sahip olabileceklerimizi, hasret kaldığın bir yüz mü olurum? Yoksa hayatındaki şehir değil de sadece uğrayıp geçtiğin bir durak mı olurum?
Şimdi vazgeçsek hayallerimizden, aklına gelir miyim birgün, o benimdi der misin? Özler misin bir gün, geri dönmek isteyip boğazında bir şeylerin düğümlenip kalmasına izin verir misin.
Ya da tutar mısın elimden, herşeye rağmen bütün zorlukları aşıp, hep benim olur musun?
Vazgeçmeyelim desem, hep benimle kalır mısın?
Lütfen..
Sana öyle ihtiyacım var ki, nefes gibisin, hayat gibisin. Hayattaki her şeyi içine sığdırabileceğim dünyamsın, bütün umutlarımı hayallerimi içine sığdırabileceğim bir dünya.
Delicesine kaybetmekten korktuğum ama bazen gücüm azalıp dayanamayacak hale geldiğim bir kördüğüm bu. Ne çözebiliyorum ne de bir yere bağlayabiliyorum.
Bazen sana ben burdayım demek istiyorum, bak karşındayım, ben; sevdiğin, aşık olduğun insan. Beni gör biraz, kendinden önce benim duygularımı hisset, önce benim gözyaşlarımı farket, önce benim üzüntümü duy. Sadece bir an benim gibi hissetmeyi dene, yaşadıklarımı yaşa, verdiğim kararların aynısını sen verebilecek misin, affedebilecek misin herşeye rağmen bi dene bi gör.
Kalbimin bir atıştan diğerine kadar geçen o kısacık sürede o saniyeden bile az kısa sürede bile sensiz olabileceğimi düşünmüyorum.
Ben varım, bir iple ayakta duruyorum farzet, ve o ipi senin eline verdiğimi farzet. şimdi karar senin; ya bırak o ipi benle birlikte geçen her güzel gün de öylecesine gitsin, ya da daha sıkı tut o ipi, en dayanamadığın anda bile daha da sıkıca tut, ellerin yara olsa acısa bile daha sıkı tut, koru beni öyle sev hep.
Eğer bırakacaksan da, gözlerini kapat de bana, bıraktığını görmek istemiyorum.
Sadece bırak yok olup gideyim..

13 Eylül 2009 Pazar

cllst

Tam herşey kötüyken bir anda beklemediğin bir yönden dönüyor dünya, yine toz pembe görmeye başlıyorsun, sonra tam en iyi yerinde yine kararıyor heryer. Bir günüm diğerine benzemiyor ama ben böyle olmasını bile arıyorum hiç olmadığında.
Kafam karışık toplayamıyorum, bilmiyorum da hiçbirşey bilmiyorum.
sadece ben seviyorum işte, seni çok seviyorum.

27 Mayıs 2009 Çarşamba

mavi gözlü melek, gökyüzünden beni izliyor musun?

Eğer ben gideceksem, son görüşümün o son gün olduğunu hep biliyorum, ama bukez giden ben değildim. Evet vedalaşabilmiştim ama 1 ay sonra görüşmek üzere. Babaannemi son görüşümdü o gün. Bizim yazlıktalardı dedemle. Çok güzel 4 günlük bir tatildi. Vedalaştık ben o akşam otobüsle istanbula döndüm. Şimdi 1 ay sonrası aydında tekrar döndüm, ve adını taşıdığım beni büyüten ve benim için anlamı çok büyük olan babaannemi kaybettiğimi öğrendim.
Annem
-sana bir şey söyleyeceğim ama üzülme lütfen, babaanneni kaybettik yıldız
dedi.
Anlayamadım o kelimeleri. Belki de inanmak istemedim. Ölümün benim sevdiklerimin başına hiç gelmeyeceğini sanırdım. Hıçkırıklarımı duyuyordum ama sanki bana ait değillerdi. Uzaklaşmıştım, aklım orada değildi, hatıralarda dolanıyordu. Mavi gözlü güzel babaanneme hiç konduramadım ölümü. O kadar hayat dolu sağlıklıydı ki..
Annemden anlatmasını istedim. Herşeyi bilirsem daha kolay kabulleneceğimi düşündüm.
Ogün bizden ayrıldıktan sonra dedemle eve dönmüşler. Bahçeyle uğraşmış, enginarları suya ıslamış yemek yapmak için, dikilcekleri dikmiş, ilaçlarını yazdırmış gelmiş biraz komşularıyla oturmuş. Dedem içerde yemeğin olmasını bekliyormuş. Babaannem seslenince yemek oldu sanmış, ama geldiğinde babaannem mutfakta değil yatağında oturuyormuş.
Başımın arkası çatlayacak gibi
demiş buz istemiş. Dedem getirmiş buzu, kendi elleriyle başının arkasına koymuş ve dedemin kucağına düşmüş başı.
Annemin dediğine göre acı çekmeden, 10 dakika içinde gitmiş güzel gözlüm.
Babam ve annem geldiğinde kapının önünde ambulans varmış. Çoktan gitmiş babaannem. Sonra amcamlar da gelmişler. Kalp masajı yapılırken annem babaannemin yanında, dedem ve babam içerideymiş. Hayata döndürememişler. Beyin kanaması dediler.
Anneme nasıl görünüyordu diye sordum, melek gibiydi yüzü dedi.
Biliyorum ki şimdi ismi gibi yıldızların yanında uçan bir melek oldu.
Alışmak o kadar zor ki.. Her an aklıma geliyor. İstanbula okuluma gelecekti, bu yaz içinde bir sürü planımız vardı. Geçen gün kuzenimin bebeği olacağını öğrendik. Hep torununun çocuğunu görmek isterdi, ama artık göremeyecek..
Dedemi görmeye amcamlara gittim 2 gün önce. Amcam " artık babaannenin adını sen yaşatıyorsun" dedi, dedem ağlamaya başladı. Hiç birimiz dedemin hissettiklerini bilemeyiz anlamaya çalışsakta. 56 yılları omuz omuza geçmiş. 5 çocuk büyütmüşler 9 tane de torun. Gözümü kapattığımda bizim sokakta el ele birbirlerine destek olup yürümeye çalışarak bizim eve gelişleri geliyor aklıma. Boğazım yanıyor, gözlerimden akacak yaşları tutamıyorum.
Dışarı çıkamıyorum birkaç gündür. Yalnız kalmaya çalışıyorum. İnsanların arasına çıkmaya hazır değilim hala. Gülmeye hayatıma devam etmeye çalışıyorum ama içimi suçluluk kaplıyor. Biliyorum babannnem üzülmemi istemezdi ama yine de tekrar gülebilmek, dışarı çıkabilmek istemiyorum.
Babam hastanedeyken, kardeşim hastalandığında ve ameliyat olacağında hep babaannem tutardı elimden, avuturdu beni. Ne zaman sevdiğim birinin öleceğinden korksam hep babaannem yanımdaydı, rahatlatırdı beni. Şimdi o gitti ve kimse avutamıyor beni.
Eşyalarını toplayıp vereceklerini duyduğumda kendimi çok kötü hissettim. Ona ait olanların gitmesini istemiyorum doğru olan bu bile olsa. Birkaç şey almama izin verdiler. Zaten babaannem bazılarının ileride benim olacağını söylemişti ama o ilerinin bu kadar yakın olacağını ikimiz de bilmiyorduk.
Ve şimdi benim yapabileceğim tek şey, onun gibi iyi bir insan olup daha çok şey başarmak ve onun adını güzel yaşatmak.
Seni çok özlüyorum pembe panterim, barbunyam..
Seni hep adımızda ve içimde yaşatacağım.
Seni çok seviyorum.

19 Mayıs 2009 Salı

bostancı dolmuş kuyruğunda
sen başta ben en sonda
öylece beklemişizdir...
sabah 7:30 vapuruna
sen koşa koşa yetişirken,
ben yürüdüğümden kaçırmışımdır
aynı anda başka insanlara,
seni seviyorum demişizdir....
mutlak güven duygusuyla,
başımızı başka omuzlara dayamışızdır
olamaz mı?
olabilir.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Bilirim geri gelmezler ama, en güzel günleriydi onlar hayatımın.

8 Mayıs 2009 Cuma

wooooopppeeeer

Finaller yaklaşırken yine gergin ve sinirli bir insan olmaya başladım. Ve tabi daha çok yemeğe. Çalışmaktan yorulan gözlerimi her kapadığımda gözümün önüne vupırlar geliyor. O güzel ızgara köftesi marulları domatesi. Yemek yerken bütün sinirim geçiyor, öyle ki dünyanın en mutlu insanı oluyorum adeta.
Deliriyor muyum ne.
Ben bi sipariş veriyim.
Burgerlerin kralı comeeee oooon.

29 Nisan 2009 Çarşamba

pispolenler

2 ay içinde 2 kere grip olmak çok korkunç.
Gece bi rulo tuvalet kağıdına sarılıp uyuyorum, yediğim yemekten tad alamıyorum ve sebebsizce sinirliyim.
Gözlerim yaşarıyor, bol bol da hapşuruyorum.
Sanırım bu sonuncusu bahar nezlesi.
Bitkiler ve ağaçlar sevişmeyi kesip de polenlerini havadan uzak tutsalar da ben de baharın tadını çıkarabilsem :/

28 Nisan 2009 Salı

:Sevdiğin insanlar mutlu olunca mutlu olabilmek.

:wayfarer

:hey you

:Köpek öldüren şarabın içine hep birlikte tükürüp içine not yazıp denize atmak (:

:Vapurda sigara çevirmek :D

:İşte öyle bir gün :)))

27 Nisan 2009 Pazartesi

ıslak zemin.

Her akşam kendine hatırlattığın bir şeyi diğer akşama kadar unutmak garip bir durum. Sanki sabah senden bütün fikirlerini alıp geceleri geri veriyorlarmış gibi. Verdiğim kararları herkese "işte ben bunu yaptım! Yapmak istedim" diyeceğim bir gün olsun istiyorum. Bir tarafı mutlu etmeye çalışırken diğer taraftan kaçıyorsun köşe bucak.
Gün içinde gördüğüm her surata bakıyorum, birini arıyormuş gibi. Bir daha görsem tanır mıyım onu bile bilmeden. Bakıyorum inceliyorum. Mimiklerini, ruh halini, gülüşünü, gözlerinin rengini, ama hiç biri aklımda kalmıyor. Birinde sevdiğim yeşil gözlerden bir başka insanda nefret ediyorum ya da hiç sevmediğim sarı saçları bir insana çok yakıştırıyorum. Bugünlerde sevdiğim ve sevmediğim şeylerin aslında tamamen insanlarla bağlantılı olduğunu anlıyorum.
Bazen bir insanın yüzünde her şey apaçık belli oluyor. Bir saniye sonra söyleyecekleri, hangi yoldan gidecekleri ne zaman gülecekleri. Bazen tam tersi gülüş beklerken ıslak gözler çıkıyor karşına.
Dünyada araştırılan onca şey varken, gözümüzün önünde hiç çözülmemiş o karmakarışık insanoğlu duruyor halbuki.

17 Nisan 2009 Cuma

hoşgeldiniz yavrimu'lar

bugün öyle mutlu oldum ki
canım kedim ginger ım doğurmuş hem de 3 tane mini mini bebekler
daha tüyleri bile yok, ama yine de güzeller ve daha şimdiden seviyorum onları.
yine de
"aman tanrım anane olmak için çok gencim" demeden geçemiyorum (:
neyse hoşgelmiş bicikler :D

13 Nisan 2009 Pazartesi

şu sıralar

Şu sıralar;

Kahve fincanım: kaç yıl önce bilmiyorum, fethiyeden aldığım üzerinde güzel fethiye evleri bir bisiklet ve pembe çiçekler olan bir kupa.

İlk gidişimi hayal meyal hatırlıyorum. Daha çok küçüktüm. Babam bana kendimden büyük bir beyaz maymun almıştı. Kırmızı bir şapkası vardı. Babamın bana herşeyi almasına öyle alışmıştım ki, arkadaşıma alınan o hamak bende yok diye sinirlenmiş, şımarıklık etmiş ve sonunda onu da aldırmıştım. Ahşap bir pansiyonda çatı katındaki odamızın terasında annemin ısrarlarına rağmen kahvaltı etmemiş babamı bana çikolata almaya yollamıştım. Biliyorum çok şımarık bir çocuktum ben. Denize girmeye gittiğimizde ölü deniz dendiği için girmeyeceğim bu denize diye ağlamıştım. Öleceğimi düşünmüştüm herhalde. En önemli şeyleri hatırlamıyorum sadece küçük ayrıntılar. O pansiyonun ahşap kokusu, arkasındaki küçük bakkalda iki yaşlı kadının çiğdem yiyişi, sabah 6 da yüzüne güneş vurmasını sağlayan o pencerenin yanındaki kırışık çarşaflı yatak, ve kumsalda ölü denize girmemek için çırpınırken ayağıma batan deniz kestanesi.

Yıllar sonra arkadaşlarımla gittim. Neee ölü deniz mi hadi ölelim diye atladık suya. Bizim ahşap pansiyon yanmış, arkasındaki bakkal süpermarket olmuş. Maymunumun da tek gözünü çıkartmıştım bu arada. Artık hamak satmıyorlarmış, içim acıdı. O iki kadın da artık yoklardı muhtemelen.

Bu yaz tekrar gideceğim, yine bir şeyler değişecek.

Ebedi kalan da ben oluyorum sanırım, o güne* kadar.

*küllerimin birazını da fethiyeye savursunlar.