13 Nisan 2009 Pazartesi

şu sıralar

Şu sıralar;

Kahve fincanım: kaç yıl önce bilmiyorum, fethiyeden aldığım üzerinde güzel fethiye evleri bir bisiklet ve pembe çiçekler olan bir kupa.

İlk gidişimi hayal meyal hatırlıyorum. Daha çok küçüktüm. Babam bana kendimden büyük bir beyaz maymun almıştı. Kırmızı bir şapkası vardı. Babamın bana herşeyi almasına öyle alışmıştım ki, arkadaşıma alınan o hamak bende yok diye sinirlenmiş, şımarıklık etmiş ve sonunda onu da aldırmıştım. Ahşap bir pansiyonda çatı katındaki odamızın terasında annemin ısrarlarına rağmen kahvaltı etmemiş babamı bana çikolata almaya yollamıştım. Biliyorum çok şımarık bir çocuktum ben. Denize girmeye gittiğimizde ölü deniz dendiği için girmeyeceğim bu denize diye ağlamıştım. Öleceğimi düşünmüştüm herhalde. En önemli şeyleri hatırlamıyorum sadece küçük ayrıntılar. O pansiyonun ahşap kokusu, arkasındaki küçük bakkalda iki yaşlı kadının çiğdem yiyişi, sabah 6 da yüzüne güneş vurmasını sağlayan o pencerenin yanındaki kırışık çarşaflı yatak, ve kumsalda ölü denize girmemek için çırpınırken ayağıma batan deniz kestanesi.

Yıllar sonra arkadaşlarımla gittim. Neee ölü deniz mi hadi ölelim diye atladık suya. Bizim ahşap pansiyon yanmış, arkasındaki bakkal süpermarket olmuş. Maymunumun da tek gözünü çıkartmıştım bu arada. Artık hamak satmıyorlarmış, içim acıdı. O iki kadın da artık yoklardı muhtemelen.

Bu yaz tekrar gideceğim, yine bir şeyler değişecek.

Ebedi kalan da ben oluyorum sanırım, o güne* kadar.

*küllerimin birazını da fethiyeye savursunlar.

Hiç yorum yok: